5 Haziran 2014 Perşembe

FAVORİ BEBEK TAŞIYICIM: ERGO BABY


 
 
Bebek sahibi olunca anne olmanın ve değişen hayatımızın getirdiği duygusal çözümlerin yanında pratik çözümler bulmamız gereken bir çok fiziksel sorun ile de karşı karşıya kalıyoruz. Bakıcınız erken çıkmak zorunda kalır bebeğinizi uyutur şöyle bir evi toparlar,  bir şeyler atıştırmak için dolaba gider ama yiyecek bir şey bulamazsınız mesela. Malzemeleri çıkarır hızla bir sandviç hazırlamak istersiniz, içeriden ağlama sesi gelir. Gidersiniz kucağınıza alırsınız, uyuturunuz, sımsıkı sarılır bırakmaz, bırakamazsınız. Açlıktan başınız döner, sonra o  gelir aklınıza gelir, takarsınız omzunuza, çocuğunuz kucağınızda yemeğinizi yaparsınız da yersiniz de.  
 
Bunun gibi onlarca şey gelir bir günde başınıza. Planlı olamazsınız artık çünkü her türlü plana karşı çıkan bir değişken vardır.
 
Hayatın plansız tarafında işler gerçekten zordur. Buyurun size iki buçuk yıldır denediğim, plansız hayatımın en büyük yardımcısını tanıştırıyorum; Ergo Baby Carrier. Ben resimde gördüğünüz organik ve siyah renkli olanını kullandım. (Aklım lacivertte kaldı o ayrı)
 
  • Omuz ve sırt ağrısı çeken biri olarak dahi hiç ağrı, sızı yaşamadım.
  • Yumuşacık, bebeğinize değen sert bir aksamı olmadığı için huzur içinde taşıyorsunuz.
  • Çocuğunuzu dört farklı şekilde oturtabildiğiniz versiyonları var, ben sadece bana sarılabileceği 2 şekilde kullandım.
  • 3 yaşına kadar rahatça kullandım, bu yazı da çıkarır gibiyiz (minyon etkisi :).
  • Siyah olanını tercih ettim ama aklım hep lacivertinde kaldı.
  • Bebek & çocuk içinde asla kambur durmuyor, sıkışmıyor, yumuşakça size sarılıyor.
  • Uykusu gelince mis anne kokusu ile kolayca uykuya geçiyor.
  • Belinizi saran kemeri oldukça güvenli.
  • Sizi de onu da terletmiyor, nefes aldıran bir kumaşa sahip, iyine de yaz için açık renk tercih etmekte fayda var.
  • Yüzü size dönükken sürekli ilgilenecek bir şey bulduğundan bir çok kişinin düşündüğü gibi sıkılmıyor, daha az uyaran ile muhattap oluyor, yorgun düşmüyor.
  • Açık havada emzirme kolaylığı sağlıyor (küçük bebekler için)
  • Yürüyüş yaparken, yemek yerken, yemek hazırlarken, sohbet ederken, kitap okurken, iki eliniz boşta yapabileceğiniz her aktiviteyi, çocuğunuz kucağınızda oldukça rahat hareket ederek yapabiliyorsunuz.
Ben Ergo'yu tercih ettim ama Ergo benzeri bir başka marka olan Boba'nın da incelenmesinde fayda olduğunu düşünüyorum.
 
Yazının aynısını bu blogta da yayınladım, şaşırmayın:  http://sizinicindenedim.blogspot.com.tr/2014/06/ergo-baby-carrier-ile-hayatnz.html

30 Mart 2014 Pazar

ŞİMDİ OKULLU OLDU...


 
 
O okullu olana dek, biz de türlü türlü deneyimler yaşadık. Merak, stres, acemilikler ve daha pek çok şey bu süreçte bize eşlik etti. Tuhaf olduğunuzu düşünmeyin, size de edecek.

Okul diyor olmama şaşırmayın, başladığında tam 2 yaşındaydı ve aslında gittiği bir oyun grubu, sadece haftanın üç günü devam ediyor. Normalde kreş/yuva diyebileceğimiz bu gruba biz okul diyoruz. Bir sebebi yok, baştan böyle dedik, böyle kaldı.
 
Aktaracaklarımın, ilkokul seviyesinde bir araştırma yapanlardan ziyade, ana okulu seviyesinde araştırma yapanlara yardımcı olabileceğini göz ardı etmemekte fayda var ama hiç fikriniz yok ise, en azından bir kaç fikir verebilir.

Bu konudaki deneyimler;  aile yapıları, sosyal statüler, hayat beklentileri vs gibi pek çok değişkenden etkilenebiliyor, deneyimler her zaman birbirine benzemiyor, lakin paylaşacaklarım da psikolojik deneyimlerden ziyade beklentisi ne olursa olsun, en değerlilerimizi emanet ettiğimiz kurumlara "mutlaka sorulması gerekenler" listesi olarak görülebilir.
 
Çocuğunuzun okula gitmesi ile ilgili bir araştırmaya başladığınızda farkında olmadan 2 ana ve pek çok ara başlıkta karar sahibi olmanız gerekiyor. Haydi başlayalım...
 
Psikolojik aşamalar;

- Okula başlama yaşı! Sizce doğru zaman mı?
 
- O hazır, peki ya siz? Ona gereken ilgiyi gösterebilecek ve alışma döneminde çıkacak sorunlar ile baş edebilecek misiniz?

- Yaşına uygun eğitim alabileceği bir okul bulmak! Okulun kaç yaşında öğrenci kabul ettiğine ve yaş ortalamasına baktınız mı?

- Uygun okullar içerisinden eve en yakını hangisi? Okula kahvaltı yapmadan gitmesini istemezsiniz değil mi?

- Görüştüğünüz okul eğitim teknikleri hakkında fikir sahibi mi, iddia ettiği teknik ile ilgili yeterli materyal ve donanıma sahip mi?

- Okul müdürleri, eğitimciler, danışmanlar, sağlık görevlileri çocuğunuzu mutluluğuna gölge düşürmeden ona en doğru şekilde yaklaşabilecek yeterli ve makul donanıma sahip mi?


Fiziksel :) aşamalar;

- Okul ücretleri... Sürpriz yaşamak istemezseniz bir yıl sonrasını da sormayı unutmayın :)

- Giriş çıkış saatleri... Ofisiniz gibi düşünmeyin, yarım gün ya da tam gün sandığınızdan çok daha kısa olabilir.

- Yemekli ya da yemeksiz olması... Örnek menü istemeyi, mutfağı görmeyi ihmal etmeyin!

- Temizlik rutini... Alerjik çocuklar için ekstra önemli!

- Çift ya da daha çok dilli eğitim verip vermediği veriyor ise eğitimcilerin yeterliliği...  Hele de bilmediğiniz bir dili, bilinmeyen bir aksan ile konuşsun istemiyorsanız :)

- Okulun psikolojik danışmanlık hizmetleri...

- Okulun sağlık personeli...

- Güvenlik sistemleri...

- Servis imkanları ve ücretleri...

- Eğitim ücretine ek eğitim materyali ücreti alıp almadıkları...

- Eğitim öğretim yılı takvimi... Tatilinizi yarıda kesmek ya da işten ekstra izin almak istemesiniz!

- Okul dışı aktiviteleri, bu aktivitelerin okul ücretine dahil olup olmadığı...

- İlk, ikinci ve belki üçüncü görüşmedeki aile ve çocuğu değerlendirme kriterleri...

- Günlük veli iletişimini sağlama biçimleri...

- ve maalesef renkli ülkemizin son yıllarda olmaz ise olmazı (sizin için önemli ise); okulun politize olup olmadığı...

Kişisel tavsiyem, öncelikle görüşmek istediğiniz okulların bir listesini çıkarın. Evinize yakın okullardan başlayarak alanı genişletip, okul sayısını arttırın. Diyelim ki 10 okul ismi çıkardınız;

- Yukarıdaki listeyi bir Word dosyasına kopyalayıp yapıştırın,
- Kendi sorularınızı da ekleyin, görüşeceğiniz okul adedi kadar çıktı alın.
- Her okula sorularınızı yöneltip dikkatlice not alın.
- Kağıdın üzerine okul ismini, o okuldan hangi görevli kişi ile görüştüğünüzü ve ismini muhakkak yazın çükü bazı okullarda okul müdürleri, bazı okullarda müşteri ilişkileri sizinle görüşüyor olacak.

Bu post işin rehber kısmı idi. Bu sorulara ailecek aldığımız cevaplar ve tercihlerimiz bir sonrakinde. Yazdıklarımı okurken benim bir eğitim uzmanı değil, deneyimlerini paylaşan bir ebeveyn olduğumu da unutmayacağınızı tahmin ediyorum. Hatta varsa katkılarınızı, eklerinizi bekliyorum.
 
Not: 2014 yılı yerel seçim sonuçlarının açıklandığı bir günde, uzun aradan sonra bu yazıyı yazmak beni biraz zorladı. E o zaman neden yazdın demeyin, kalp krizi geçirmemek için yazıp rahatlamak zorundaydım. Miniğim bu gün bizimle birlikte oy kullanmaya geldi. Ülkemiz ve ailemiz adına unutamayacağımız bir gün yaşadık. 
 



9 Ağustos 2013 Cuma

SÜRPRİZ BİR DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ






Planlı biri olmanız son dakika işlerini de sevmeyeceğiniz anlamına gelmemeli, hayat sürprizler ile dolu :)



Oğlumun 1 yaş partisi, hayatımda hiç heyecanlanmadığım kadar heyecanlandığım bir doğum günü partisi olmuştu. Bu yıl doğum günü bayram öncesine denk geliyordu. Herkes tatile gidecekti, biz de hazır Sapanca ziyareti planlıyorken, bu kez aile arasında yapalım, Sapanca'daki güzel bahçeleri değerlendirelim dedik. Küçük yerde bu tür operasyonları yapmak, zahmetsiz olabiliyor. Mesela; aşırı güzel bir pasta bulmanız mümkün olamıyor, siz de çok düşünmek zorunda kalmıyorsunuz :)


Doğum tarihinden 1 gün önce, oğlumun arkadaşları ile balkondan konuştuğunu fark ettim. Birbirlerini eve davet ediyorlar, hal hatır soruyorlardı resmen. Anneler olarak, bu konuşmaların içerikleri bizi çok eğlendirdi, mutlu etti. Muhabbetleri ön balkondan da devam edince, arkadaşlarının annesine yarın oğlumun doğum günü bize gelmek ister misiniz diye sormayı akıl edebildim. Onlar da sevindiler çünkü 4 yıldır komşuyduk ama ilk kez bir araya gelecektik. 5 dakika sonra oğlumun park arkadaşı ve oğlumun bakımına yardım eden, çok sevdiği ablasının oğlu da davet edilmişti. Bu bir erkekler buluşması oluyordu ama evimizin salonuna sanırım başka çocuk sığdırmanın yolu yoktu. Hemen bir plan yaptım, evde pasta malzemelerim vardı. Pandispanya için;



  • 5 fincan un,
  • 5 fincan şeker,
  • 5 yumurta,
  • 1 paket vanilya,
  • 1 paket kabartma tozu karıştırılıp pişirildi. 



En sevdiğimizden, süt deposu, şeker ilavesiz, az çikolatalı pasta kreması özenle hazırlandı. Pasta çikolata ile kaplandı. Basitçe süslendi ve dolaba kaldırıldı. Partinin en önemli kısmı hazırdı. Ertesi gün kimseyi yormamak için (annem içli köfte falan yapmaya kalkabilirdi) milföy hamurları da aldım, instagramda takip ettiğim bir anneden görüp öğrendiğim gül şeklindeki (şekilleri berbat oldu çünkü boylarını uzun tutmuşum :)) böreklerden, kalıp ile kestiğim şekilli mini böreklerden yaptım. 10 dakika falan sürdü minilerin pişmesi.



Benim sevgili halam çocukluğumdan beri olduğu gibi yine imdadıma yetişti. Annem bizimkini oyalarken, biz de halamla misafirlerimize hediyeler almaya gittik. Çocukların tamamına benim de çok beğendiğim boya kalemlerinden aldık.

Partinin konsepti için ise benim normalde de ara sıra ziyaret etmeyi sevdiğim, standart konseptleri olan ama acil durumlarda çok işe yarayan parti malzemecim devreye girdi. Adresini merak eden ile paylaşabilirim. İçlerinden Korsan konseptini seçip mini partimize yetecek ve onu renklendirecek kadar malzeme aldık. 



  • 1 konsept masa örtüsü,
  • 6'lı korsan bardak,
  • 6'lı korsan tabak,
  • Korsan peçete,
  • Korsan kukuleta,
  • Bir adet korsan şapka (doğum günü çocuğuna),
  • "Happy Birthday" yazabildiğiniz mumlar,
  • 1 paket kırmızı balon (kırmızı hakimiyeti söz konusu idi),
  • 1 adet Happy Birthday yazılı afiş satın aldık. (Tamamı 50-100 Tl arası),



Ertesi gün saat 10:00 gibi hazırlıklara başladık, 12:00 de her şey tamamdı. Maksadımız salondaki tüm koltukları duvarlara yaklaştırıp, tv vs ne varsa kaldırıp, bir parti odası yaratmaktı. Salonun ortasında 5 çocuğa yetecek bir alan elde ettik. Tv sehpasını masaya dönüştürdük. Böylece boylarına uygun bir masamız oldu. Sehpanın arkasındaki duvara afişi astık. Bolonları şişirip, muhtelif yerlere yerleştirdik. Birazdan sayacağım malzemelerin bir kısmı ile oldukça karışık olan ve düzenlemeye zamanımız olmayan kütüphanemizi kapladık. Kalanları örtü gibi serip yere yapıştırdık, sandalye minderlerini etrafına dizdik, ve resim kağıtlarını üzerine koyduk. 






Çocukken, aktivitesiz, sadece oradan oraya koşturulan bir doğum günü patisi benim için asla parti değildi, sıkılırdım. Çocukların palyaçolar, yüksek sesli müzik ve keşmekeş ortamlarda pek de memnun olmadıklarını Gymboree ve muadili maceralarımızdan da biliyorum. Bu yüzden müzik olarak klasik müzik seçtiğim, resimler yaptığımız, toplar ve balonlarla oynadığımız, 2, max 3 saatlik bir mini parti olmasını istedik. Müziği çok alçak sesle dinledik, bir süre sonra da tamamen kapattık.






Aktivitelerimiz için:
  • Parmak boyası ve akrilik boya
  • 6 tane büyük boy saman rengi kağıt, 
  • 4 tane büyük boy kaliteli resim kağıdı
  • Büyük boy çocuklar için üretilmiş tutkal (evde vardı)
  • 5 adet kaliteli resim fırçası
  • Süngerler
  • Tebeşir (vazgeçilmezim)
  • Allık fırçaları 
  • Hepsi için birer takım kuruboya
  • Çocuklar için zararlı olabilecek maddeleri içermeyen yüz boyaları
  • ve 50 adet havuz topunu koltukların arkasına sakladım. 
Yeri geldikçe çıkaracak, onları yormayacak, kimsenin ağlamadığı bir parti olmasını sağlayacaktım. Bir program hazırladım ve görebilecekleri bir yere astım. Çocuklardan biri 4 yaşındaydı. O bakarken diğerlerinin de dikkatini çekmesini planladım ama açıkçası bakıp bakmadıklarını takip edemedim. En azından benim karmaşa esnasında sıralamayı unutmama engel oldu, faydalı bir girişim diyebilirim :)



Nihayetinde tüm evi, parkeleri boyadığımız :) ama çok eğlendiğimiz, son dereceke özgür olmalarına rağmen sonrasında hiç bir yerde tek boya izinin dahi kalmadığı, çocukların çok mutlu olduğu, yazdığım her aktiviteyi yaptığımız, tam tadında bıraktığımız bir parti oldu. Tüm çocuklar gerçekten çok mutlulardı. Birbirlerini tanıdılar. Mesela; topa bir gün öncekinden çok daha iyi vuruyordu artık oğlum, kendinden bir kaç ay büyük, yetenekli arkadaşı Kaan sayesinde. Kaan iyi bir futbolcu adayı olabilir.




Size fotoğraflarla mini & ani partimizi ve malzeme listemizi sunduğum bir yazı yazdım. Belki bu listeden de faydalanırsınız ama benim asıl amacım, sizinle yaşadığım deneyimi paylaşmaktı. Bu parti ile çocukların rengarenk şekilleri olan bir pasta yerine siyah beyaz bir pasta ile de ne kadar mutlu olabildiklerine, tek renk balonların rengarenk balonlardan hiç bir farkı olmayacağına, özgür bırakıldıklarında her birinin nasıl da birer usta ressama dönüştüğüne, farklı yaş gruplarının uygun ortam sağlandığında gayet iyi anlaşabileceklerine, partinin konseptinin bu yaştaki çocukların umurunda bile olmadığına, sadece oyunlar ile ilgilendiklerine, klasik müziğin de onları çok mutlu edebildiğine şahit oldum. Bir başkası çok daha farklı çıkarımlar da yapabilirdi. Özetle partimizde aksiyon hiç bitmedi. Yorulduk ama inanın değdi.    

Küçük bir not: Bir önceki yılın parti malzemelerini sakın atmayın, gerçekten işe yarıyor.
 
Benden bir not daha, sürprizleri sevmek bana 30 yaşın bir armağanı oldu. Henüz 30 değilseniz, siz beklemek zorunda değilsiniz :)




27 Kasım 2012 Salı

ZAMANE KIZLARI

Nefis makarna
 
Ahhh biz zamane kızları ahhh!
 
Yemek yok, temizlik yok, çocuğumuzu da başkasına baktırıyoruz. Analarımız, ninelerimiz tek başlarına kaç çocuk büyütüp, evin işini, aşını, kocasının söküğünü, çocuğunun ödevini ayırmadan koştururdu ya. Bitmişiz biz... Bu hikaye ise hiç bitmez....

Bir önceki postumda yazmıştım tavuk şaşkınlığımızı. Anadoluda büyüdüm ve pek şaşırmamalıyım aslında böyle şeylere. Hep vejeteryan olmak isteyip te olamayan iflah olmaz bir et bağımlısıyım ben. Et'in bir kaç çeşidi hariç neredeyse her cinsini tüketiyorum. Çocukken de anneannemin köyünde falan hep anneannemin yetiştirdiklerini yerdik, çeşit çeşit :( Keza arkadaşların  anneanne / babaannelerinin dağ köylerindeki evlerine ziyaretlerimizde tükettiklerimiz... Bahsetmesem daha iyi. O kadar uzun zaman olmuş ki, tadını bile unutup suni tavuğa tavuk demişim yıllarca.  
 
Enfes fındık kreması
Sadece et mi? Hayır, tarhanasından, yoğurduna, peynirine, salçasına, zeytinine (ev kırması), her bir şeyimiz olabildiğince ev yapımı olurdu ben çok küçükken. Yumurtayı tavuğun poposundan alıp gönderen olurdu bir yerden. Sütü eve getiren yaşlı bir amcanın yanı sıra bir de komşusu vardı anneannemin, sağdırıp alırdı. Babaannem bir lezzet ustası olarak, inanılmaz yemeklere imza atar, bizi doyurur, dışarıda yemek yedirtmezdi. Sonra ne oldu, hangi politikalar yıktı devirdi çingilde yoğurt satan bakkallarımızı bilmem, plastikler girdi hayatımıza. Yıllardır ağzıma sürmediğim bir dönem müdavim olduğum kolalar (Dr bana çayı yasakladıktan sonra kolaya sardım, iyi mi etmiş düşünsün şimdi) cam şişeden plastiğe dönerken, biz de çeşit çeşit meyveli buz ve şekil şekil dondurmayı soktuk hayatımıza. Gelsin Tombiler gitsin Çerezzalar. Bakkalımızın rafları zenginleşir, çeşidi, rengi bol bir cazibe merkezine dönüşürken bir çocuk için, Barbi çıkartmalarını toplamak için yaptığımız alışverişin sayısı arttıkça yanında aldığımız ekstralar da arttı.  Unla şekerle aram hiç iyi değilken, yavaş yavaş kaynaştık. Süt hastasıyken, dondurma ile barıştık. Neyseki kolayı hayatımın çok az bir dönemi tükettim. Çerezzzzzler ise, neredeyse hiç çıkmadı. Kısacası ilk çocukluk yıllarımdan sonra, ben çok özensiz ve pis beslendim. Neredeyse hamileliğimin başlangıcına dek... Emzirme dönemi bitince ise pislik tam gaz...
 
Leziz Zeytin
Evet uzun bir giriş oldu. Aslında demek istediğim şu, hala kendimizi kurtarabiliriz ama biz bu düzenin, hayatımızın her yerine yerleştirilmiş milyonlarca uyaranın kölesiyiz. Çok ta çaba sarf edemiyoruz, iş stresi, evin stresi, hayatın stresi, yaşayanlar için İstanbul'un trafik stresi derken, bari çocuklarımızı biraz daha bilinçli yetiştirelim. Kendimiz yapalım. Çocuklarımız bizim az da olsa gördüklerimizi görmediğinden kıyaslama şansına bile sahip olmayacak. Kendimiz yaparken, aldığımız malzemeyi de sorup soruşturalım. Esnaf ta bilinçlenir yavaş yavaş belki böylece.
 
Bu postun başlangıcını yazdığım sırada, bu konuda ilk adımımı attım. Bolca mevsim sebzesi alıp, şoklayarak derin dondurucuya koydum. Bir hafta sonumu aldı. Sebzeleri ayıkla, gerekenleri doğra, parça parça şokla, paketle, yerleştir. Evet çok kolay olmadı ve ilk yılım olduğu için aslında az da yaptığımı fark ettim. Ben iki kişilik yapmışım, evde dört kişi oluyoruz bizim minno ile, seneye daha bol yapmalıyım, belki iki hafta sonumu alacak ama azimliyim.
 
İkinci adım annemden geldi. Domates almış kasa kasa. İşte o kısmında olmadığımdan ne kadar güvenilir bilmiyorum ama en iyi salçadan da iyidir. Püre yaptık, cam şişelere koyup dolaba kaldırdık. Bir kış yeter. Evet bunun için iki buzdolabı şart, ben öğrenci evimdeki dolabı kıyıp atamamıştım, şimdi çok işe yarıyor. Domates püresi macerası yaklaşık 3 gün sürdü.
 
Üçüncü adımda devreye giren anneannem oldu ve bize misssss tarhanasından yine bir kış yetecek kadar gönderdi. Çok yaşlandı artık ama uğraşmış, yine yetiştirmiş. Onu apartman dairesinde yapmak zor ama geniş bir terasınız varsa, size tarhana da, biber & domates salçası da kolay.
 
Dördüncü adımda teyzemin Mersin'den gönderdiği taze zeytin var. Onun yapımı bir hafta, zeytinlerin olması çok hafta. Tam zamanında zeytinler alındı, bir kaç günde kırıldı. Sonrasında da resmen turşusu kuruldu. Annem suyunu sürekli değiştiriyor. Acısını çıkarıyor.Detayları sonra başka bir postta paylaşırım.
 
Onun dışında ben de evde yiyip içtiğimiz şeyleri, doğalına dönüştürmeye çalışıyorum. En son tarifini bir başka blogdan aldığım kakaolu fındık kremasını yaptm. Tarifte neyle tatlandırıyordu hatırlamıyorum ama pekmezle de pek bir güzel oldu. Dün yeniden yoğurt mayalamaya başladım. Bir süredir organik morganik hazır yoğurtlara sarmıştık yine. Evde makarna yapıyoruz, hamurunu yoğurmak zahmetli ve şekil olarak ta belli sınırlar içerisinde kalmanız gerekiyor ama çok lezzetli.
 
Yine kısacası, bunlar benim atabildiğim küçük adımlar oldu. Siz belki daha büyüklerini atar, belki çok yaratıcı da olursunuz. Paylaşmayı unutmayın sevgili zamane kızları :)
 
 
 
 
 
 

3 Ağustos 2012 Cuma

SİZ HİÇ TAVUK YEDİNİZ Mİ?




Ben yememişim. Yediysem de muhtemelen çok küçükken, hatırlama şansım yok.

Çok istememe rağmen, vejeteryan olamayan biriyim. Sanırım, sebze seven, bol bol ve çeşit çeşit tüketen nadir Adanalılardanımdır. Üstelik bir hayvanseverim. Aynı zamanda et de tüketebilen birisi olmak, hayatımdaki en büyük tutarsızlığım. Pek çok vejeteryandan duyarım, et yerine tükettikleri alternatif protein kaynaklarını anlatırlar, onaylarım ama yapamam. En büyük çocukluk üzüntülerimden biri, anneanemin bizim için yetiştirdiği pek çok çeşit hayvancağızı tüketmiş olmam.

Şimdi oğlumu da vejeteryan olmayan bir beslenme tarzı ile büyütüyoruz ama sebzece yoğun bir diet olamasına büyük önem veriyoruz. Doktorumuzun beslenme konusundaki  önerileriden biri, bebeğe et suyu yerine direk etin kendisini vermemiz. "Daha faydalı olan et suyu değil, etin kendisi" der. Biz de onu dinledik ve mini mini parçalar halinde verdik. Zeytin ve et, bizim taneli gıdalara kolayca geçişimizin iki kahramanı diyebilirim. Doktorumuzun bir önerisi de tavuktan uzak durmamız olmuştu.  Ben hamileliğim boyunca bir bilemedin iki, sonrasında da yine belki bir, iki olmak üzere yaklaşık 19 aydır çok sınırlı sayıda tavuk tükettim. Tavuk konusunu takip ederim, anlatırım. Daha önce tavuk çiftliğinde çalışan birisinden duyduklarımdan çok etkilendiğimden, Tavuk yemeyi bıraktım sayılır. Bu bir kaç tüketimim de "organik" ve "serbest gezinen tavuk" ibarelerinin yer aldığı güvenilir organik markaların, güvenilir piliçleriydi. Ne yazık ki, dün yediğim tavuk, benim için bu markaların güvenilirliğini tamamen zedeledi.

Teyzem cevval bir kadındır, mutfaktan çıkmaz. Anneannem ile birlikte salçasını, tarhanasını ve daha pek çok şeyini kendi yapar. O tarhanadan daha iyisini hiç yemedim. Anneannem tavuk da yetiştirir ve köy yumurtasını sevdiğimi bildiğinden, yumurtalarını ara ara bizim için gönderir. O bir süredir rahatsız, artık tavukları ile ilgilenemiyor ama teyzem, oğlum doğduğunda onun için 2 civciv beslemeye başlamış. Hani şu 1 ayda büyüyen tavuklara inat, oğlum bir yaşına girerken ancak büyümüş olan tavukları kesmiş, şoklamış, göndermiş Adana'dan. Şaşkınız!!!

İlk şaşkınlığımız: RENK

Annem paketi açtığında inanamadık. Resmen simsiyah bir tavuk etinden bahsediyorum. Beyaz et derlerdi ya hep, beyazdan kasıtları yediğimiz obez civcivlerin süt beyazı renkleri değilmiş. Oldukça koyu bir renk, kuzunun incik kısmına benzetebiliriz.

İkinci şaşkınlığımız: PİŞME SÜRESİ

Pişmedi. Gerçekten pişmedi. Düdüklüde pişirdi annem uzun uzun, hala sertti. Bana, bak bakayım şuna pişmiş mi, dediğinde az kalsın tüm tencereyi bitirecektim. Çocuğun ilk payını lüp diye mideye indirdim, pişman değilim.

Üçüncü şaşkınlığımız: TAŞ GİBİ KEMİK

Ben küçükken tavuğun beyaz etini ayırır, kemikli yerlerini yemeyi severdim. Hani bir lades kemiği vardı hatırlar mısınız? Kırmaya çalışırdık, tabii çıt diye kırıverirdi biri 8 biri 10 yaşında olan iki çocuktan güçlü olanı. O zaman da vahimmiş yani durum, şimdi anlıyorum. Şimdi de tavukların kemikleri ya kırık geliyor, ya da daha pişerken kırılıyor ya, bu tavuğun kemiğini satırla bile kıramazsınız. Verdik oğlanın eline güvenle. Kemirdi. Sonra da sakladık kemiği babasına göstermek için. Oğlumun babası da gerçek bir tavuk kemiği görsün değil mi!

Zaten biilyordum, biliyordum ve 2 yıla yakındır elimden geldiğince çok dikkat ediyordum ama dün, nasıl hasta olduğumuzu, nasıl zehirlendiğimizi, nasıl kandırıldığımızı, nasıl bir yiyecek terörünün mağduru olduğumuzu bir kez daha gördüm.

Bir daha herhangi bir yerden tavuk yemem. Dün yine tesadüfen bir yer buldum. Oğlum için arada o kadıncağızdan alırım belki ama ben zaten hiç tavuk yememişim arkadaş, bundan sonra da yemem.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

YEŞİL GÖZLÜ KIZ!

Seni o delici bakışlarınla, ne geçirdin içinden gözlerime bakarken bilmiyorum. Pek iyi şeyler olduğunu da sanmıyorum ama bak, ben senin için ne diledim yeşil gözlü kız...

Dileğimi paylaşmadan önce biraz senden bahsetmek istiyorum.

Yeşil gözlü kızla iki gün önce, Bağdat Caddesi Erenköy ışıkları kısa bir mesafe geçmişken tanıştık. Önce kendisi ile tanışamadık, ahbaplığımız otomobili ile yaşadığımız tartışma aracılığı ile başladı.  Oğlumla mutlu mesut ilerlerken gördük park halindeki aracını. Caddenin kaldırımları, yeşil gözlü kızın bizzat dedesi tarafından yaptırılıp bize bağışlandığından, güzelce kaldırıma park etmiş, yaya geçisine de yine dedesinin hatırına 10 cm kadar izin vermişti. Pusetliler, yaşlılar ve şişmanlara yer yoktu yeşil gözlü kız ile kara şimşekinin hayatında. Onlar ana yoldan geçmeli ve gerekirse ezilmeliydiler. No problem... 

Yardımıma koştu caddenin sevecen halkı fakat yormak istemedim kimseleri. Puseti kaldırıp aracın üstünden atlatmak antreman isterdi. Biraz bekledik ama şimşek dialoğa yanaşmadığından sahibi de ortalarda olmadığından sabrım tükendi bir yerde, şimşekin sileceklerini kaldırıp, gerideki ışıklara asabi asabi yürürken, sahibine de bir not bırakmış olmak istedim.  Ne göreyim, şimşekin silecekler dik duramıyor, ben kaldırıyorum o düşüyor, ben kaldırıyorum o düşüyor. Bir başka bey yardımıma koşup sileceği bile kaldırmaya çalıştı. Ah sevecen cadde insanı. Olmadı, olamadı derken, yeşil gözlü kız şimşekini kurtarmak için vahşi bir kedi gibi fırladı gezindiği mağazadan.  O an şöyle bir tanıştık.

Kendisi tekstil sektörüne katkıda bulunmak üzere mağaza gezmekte idi ki, sanayimize olan bu katkısından men etmiş olduk. Kusura bakmasın. Gördüğü manzara ile bir de şok geçirtti cadde ahalisi ona. Onun da kusuruna bakmasın. Kendisine pek de kibarca olmamakla birlike, "sen misin bu arabanın sahibi gel çek" dedim. Özür dilemek yerine, biraz da şaşkın, saçmalamaya, yağ misali su üstüne surf yapmaya yeltendi yeşil gözlü, olamadı.  Bana gerek bile kalmadan genci yaşlısı, erkeği kadını cadde halkı, yeşil gözlü kızı derin bir suskunluğa gömdü. İşte biz asıl o suskunluğun başladığı yerde tanıştık. Öyle derin baktık ki birbirimize, dünya durdu. Yaşamış hiç bir aşık birbirine bu kadar anlamlı bakmamış, hiç bir ikiz diğerinin ne demek istediğini bu kadar iyi anlamamış ve hiç bir fotoğraf makinesi bu kadar detaylı hafızaya almamıştır  fotoğrafını çektiği kişiyi. Özünde sevimli bir teyze, "bunlara böyle yapacaksın yoksa anlamaz bunlar" gibi duble "bunlar"lı cümlesini kurana dek ikimiz de sessiz kaldık, bir diğeri "özür dileyeceğine bir de üste çıkıyor" dediğinde ise dünya durmuştu.

Biz birbirimize fırtınalı bakışlar fırlatıp egoları çarpıştırırken, olay kapanmıştı aslında. O bir "bunlar"dı teyzenin gözünde, keyfen kaldırıma park etmek, ambulans arkasından gitmek, emniyet şeridini gasp etmek, normaldi "bunlar" için. Yeşil gözlü kız ise "bunlar"dan bile öteydi artık, bakışları ile, o bir fenomendi.

Sen o delici bakışlarınla, ne geçirdin içinden gözlerime bakarken bilmiyorum (tabii ki biliyorum). Pek iyi şeyler olduğunu da sanmıyorum ama bak, ben senin için ne diledim yeşil gözlü kız...

Umarım anne olur ve bebeğinle başbaşa çıktığınız aşk dolu yürüyüşte bir "bunlar"a rastlarsın sen de.

Umarım artık çok zor yürüyecek kadar yaşlanabilirsin ve umarım alzheimer olmazsın ki mağaza gezmek için park etmiş bir "bunlar"ın sana ayırdığı 10 cm lik yerden geçmeye çalıştığınıda, delici bakılşarınla hafızana kazıdığın beni hatırlar, hak verir, benim gibilerin varlığına bir dua falan edersin.

Nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan, esen kal!

13 Temmuz 2012 Cuma

ÇOK SEVDİM BEN ONU...




Bir başlık yazarken hiç bu kadar zorlanmamıştım. Yazmayı da ertelemiştim uzun zamandır. Zaman, "o zaman"a doğru yaklaştıkça, kalbim tarifi zor bir ayrılık sızısı ile baş başa kaldı bir süredir. Ayrılığımızı kabullenememiş, henüz veda edememiş bir çifttik artık.

Çok sevdim ben sütümü... Az olduğunda da, çok olduğunda da. Göğüslerim yarayken de sevdim, sağıp poşetleyince de. Soğan sarmısak yediğimde, roka onu acıttığında, dere otu kokuttuğunda... Hep sevdim, çünkü oğlum çok sevdi. İlk annelik deneyimimin engin korkuları ile sevmedi sandığımda bile sevdi. Nice lezzetli şeyleri bir yana bıraktı bazen, sütümü içti lıkır lıkır. Aç yatmadı dedik, bir oh çektik defalarca.

Sütüm beni sadece oğlumun annesi yapmadı, anne yaptı. Her çocuğun annesi oldum, doğanın bir parçası oldum (hatırladım da diyebiliriz), meraklı oldum, dikkatli oldum, daha iyi beslenir oldum, çoğu zaman merak konusu oldum, utanmadan gerekirse parkta, orada burada emzirebilen bir kadın oldum, bazen arkadaşlarımın maskarası da oldum tabii.

Şimdi beni başka bir kadına dönüştüren, aslında beni bir kadına dönüştüren, bir anneye dönüştüren, bedenimin, zihnimin gücünü bana öğreten, 1500 gr doğan oğlumu besleyen, erkenden ayağa kaldıran, kıpır kıpır oynatan sütüm ile, evimizin değerlisi ile ayrılıyoruz. Sessiz sedasız. Söyleyemeden birbirimize henüz, itiraf edemeden, gizli gizli ağlaşarak.

Oğlum 1 yaşına girmek üzere artık. Ben onun 4'üncü ayından bu yana, oldukça aktif bir şekilde, oldukça stresli ama kendimi mutlu etmeyi öğrendiğim bir meslek dalında çalışmayı sürdürüyorum. Mecburi sezaryen ile prematüre dünyaya gelince bizimki,  ben de geç kavuştum sütüme. Onunla ilk buluşmamızı, okuyan, izleyen, arkadaşım olan herkesle paylaştım. İlk 6 ay oldukça aktif emzirebildim. Sonrasında sadece sütle beslenme süremiz uzayınca, parça parça formül süt de eklendi. Ağladığım, zırladığım, endişlerden uyuyamadığım, biriciğimi uyutmadığım zamanlarım da oldu, kendimi güğüm gibi hissedip aynaya bakıp bakıp hırçınlaştığım da ama usanmadı-m/k. Duymazdan gelmeyi öğrendim endişelerin sesini, mücadele etmeyi, sabretmeyi.... Sütüm öğretti hepsini. Kan ter içinde, koşar adım geldik öğlenleri işten eve biriciğim ile.  Sadece beş dakika olsa bile emzirip (hatta bazen memeyi reddetse de) vazgeçmeden aylarca denedik şansımızı.

Artık bir süredir geceleri emmeyi azaltan, hafta sonu güdüzleri bazen, hafta içi gündüzleri neredeyse hiç emmeyen, sadece sağdığım sütleri lıkırdatmayı seven oğlum büyürken, sütüm küçüldü. Henüz ayrılmadık, bitmedi ama bu gün yazıyorum, itiraf ediyorum kendime çünkü bir adım atmalıyım, biliyorum.

Hala sağıyorum. Söz verdim, son damlasına kadar onunlayım.

Onu seviyoru-m/z ve bir gün yeniden buluşmayı diliyorum.