20 Şubat 2012 Pazartesi

KOLİK Mİ, UYKU SAATİ Mİ, BEBEĞİNİZ SİZE SÖYLER!


İsyan


Her anne hassastır!

Bebeğimiz doğmadan önce büyük hayaller kurar, ona en iyi şekilde bakabilmek için okumadık kitap, araştırmadık kaynak bırakmayız biz (buna karşı olanlar olsa da, ben kitapların faydasını görmüş bir anneyim). "Yediği gdo'suz, giysileri organik pamuk olsun, allerjenlerden uzak dursun"dan, kafayı kırıp, "aman bezi klorla beyazlatılmasın"a kadar ince hesaplara dalar, bir yandan uyumak ister, öte yandan uyuyamaz, nefesini kontrol ederiz. Bazen bu yorgunluğun, hassasiyetin bedeli bebeğimiz ile aramızı bozar, kocaman bir iletişim problemi ile başbaşa kalırız. En acısı ise, hiç bir dostun, akrabanın, annenin size bu sorunu bir iletişim problemi olarak tanımlamayacak olmasıdır.


Bir bebekle iletişim kurabilmek, öyle pek kolay bir şey de değildir. Sabır gerektirir. Çok izlemeniz, çok dinlemeniz, gözünüzü üzerinden ayırmadan, başbaşa saatler geçirmeniz gerekir. Bu bir konsantrasyon işidir :) Bu yola girebilmeniz için biraz sessizlik, sessizliğe tahammül edebilmek için de biraz cesaret elzemdir.

Doğumdan sonraki ilk haftalar, sandığımızdan çok meşgul oluruz. Emzirmek ve uyku gibi iki büyük mücadelenin yanına, değişen rutinimizin yansımaları, değişen bedenimizin psikolojik etkileri, hayatımıza ve ailemize dair kaygılar, her kafadan çıkan ayrı sesi yorumlama çabası gibi ekstra yorucu zihinsel faaliyetler de eklenir ve bebeğimize göstermemiz gereken özeni biz öyle sansak da gösteremeyiz.

Kakafoni, bir süre sonra bebeğimizin yaşayan, gelişen, öğrenen ve iletişim kurmaya çalışan bir varlık olduğunu "kısa bir süre" bize unutturabilir. Bebeğimizin bizim uydurduğumuz dilleri konuşamıyor ama insancayı pek de güzel konuşuyor olduğunu unutur, ağlamayı bir bebeğin tek iletişim şekli olarak gören inanca amade oluruz. Bana göre ağlamak, iletişim kuramayan bebeğin sabrının sonu, feryadı. Feryat noktasına gelmiş çocuğa ise toplumsal yakıştırmamız hazır; kolik!!

Daha önce banyo yazımda, oğlumuzun banyo ağlamalarının bir süre sonra geçtiğini, bunun için denediğimiz yöntemleri yazmıştım. Dönemdaş "kolik" ağlamaları da banyo ile aynı zamanda çözülmüştü. Bana göre bu işin bir püf noktası vardı. Biz bu problemleri, oğlumuz ile iletişim kurmayı başardığımızda çözmüştük. Aslında baştan beri belli bir uyku düzeni olan fakat prematüre doğduğu için müdahale edip düzenini bozduğumuz oğlumuz, gece uykusu için aynı saatte uyumak istiyordu. Oysa biz onu saat 21:00'de banyo yaptırmaya çalışıyorduk. Zaten yorulmuş, bitkin düşmüş çocuk, onun o minicik bünyesinin dinlenmeden kaldırması imkansız olan banyoya girince, basıyordu feryadı. Çok ta haklıydı. Banyodan bir süreliğine vazgeçtiğimizde ise kolik geçmemiş, feryat figan haftalarca evimizden eksik olmamıştı. Hep aynı saatlerde başlıyordu ağlamaya. Herkes hah bu kesin kolik, böyle olur, fön çalıştırın, sıkı sıkı sarın, bıdı bıdı diyordu. Dahası o fön acayip işe yarıyordu.

Tracy ve Kim her çocuğun bir düzeni olduğundan bahsetmiş ve gece uykusu için ideal saatlerin saat 19:00 olabileceğini yazmışlardı ama ben ihtimal bile vermemiştim benim çocuğumun saat 19:00'da uyuyacağına. Bunu isteyeceğini düşünememiş, yönlendirmeye çalışmıştım. Etrafımdaki anneler, saat 22:00'lerde yatan, ağlak ve yaramaz çocuklarından bahsederken, bunun bir anne babanın kaderi olduğunu düşünmüştüm o ilk aylarda. Değildi, tek yapmam gereken oğlumu dinlemekti. Ben bunu bir tesadüf ile anladım.

Çok severek kullandığımız taşıyıcımız Ergo'yu aldığımız haftaydı. Bizimki neredeyse 5,5 kiloydu, 6 kilodan küçük bebekler için kullanılması gereken aparatı henüz almamıştım. İkinci bakıcı işe başlamıştı ki bu bakıcı mevzusu apayrı bir dosyaydı. Ergo'yu denemek için heyecanla bakıcının gitmesini bekledim çünkü saplantılı bir şekilde onun bebeği sırtına takıp tuvalete gidecebileceğini, açık ocağın yanına yaklaşabileceğini falan düşünüyordum. Bizimki de zaten bakıcı saat 18:30'da çıktıktan kısa bir süre sonra ağlamaya başlıyordu. Ben aç kalıyor, saatlerce hiç bir şey yapamadan onu kucağımda tutuyordum. Ergo çözüm olabilirdi bana. Kadın gider gitmez, ergoyu önüme astım, oğlanı içine koydum, onu severek mutfağa gidip kendime yiyecek hazırladım. Masaya geldiğimde uyumuştu. Şok geçirdim. Sesimi çıkarmadan, hiç kımıldamadan oturdum ve bir saate yakın göğsümdeki o minnoş yanakları izledim. Babası geldi, bizimki uyandı. Babası hikayemize inanamadı. Sonra beslendi ve uzun bir uyku daha çekti. O gece aklıma bebekler ve gece uykusuna geçiş ile ilgili okuduklarım geldi. Ertesi gün bakıcı gider gitmez aynı rutini uyguladım. Yine bir saat uyudu. Gece zaten uyuyordu ama gece olana dek ağlamaktan perişan oluyoru. İki haftaya yakın bu şekilde, ağlamadan sızlamadan saat 19:00'da uyumayı başardık. Sonrasında kendisi Ergo'da uyumaktan rahatsız oldu ama aynı saatte kucağımda biraz uyutup, yatağımıza koymaya başladık. Artık sözde "kolik"i geçmiş bir bebeğimiz vardı.

İşte biz tatlı oğlumuzun ebeveyinleri olarak o zaman anladık ki, bebeklerin minik bedenleri ve narin ruhlarının bizim o koca koca zorlu hayatlarımıza ayak uydurması imkansızdı. O bizim düzenimize uyamazdı, biz onun düzenine uymak zorundaydık. O günden sonra tüm aile, oğlumuzun bakımında bunu felsefe edindik. Hiç ağlatmamaya çalıştık oğlumuzu, izledik, dinledik, memnun olmuyorsa başka yöntemler denedik. Gördük ki onun zaten müthiş bir düzeni var. Ve sanırım onunla iletişim kurmayı, derdini anlamayı başardık. Darısı tüm yeni annelerin başına :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder